KURT KARNINI DOYURMAK İÇİN KÖPEKLİK YAPMAZ BAŞBUĞ ALPARSALN TÜRKEŞ
 
ÜLKÜCÜ H@REK€T
 
  Ana Sayfa
  İletişim
  BAŞBUĞDAN
  ÜLKÜCÜ SÖZLER
  ALACA ÜLKÜ OCAKLARINDAN ARKADAŞLAR
  DİNİ BİLGİLER
BAŞBUĞDAN

    
Yazdır   

Milli Bütünleşme, Milli Demokrasi ve Demokratik Milliyetçi Devlet        

 

Türk milletinin büyük, güçlü ve kalkınmış devletini yeniden kurabilmesi, onun kendi kültür ve devlet felsefesine yeniden dönmesine bağlıdır. Türk milleti yabancı akımların tasallutundan kurtulup kendi öz devlet felsefesine yeniden döndüğü gün, büyük devlet vasfını tekrar kazanacak, dünya milletleri arasındaki üstün yerini alacaktır. Türk milli kültür ve devlet felsefesini savunan, bunu kendi anlayış ve programının temeli yapan tek siyasi kuruluş, Milliyetçi Hareket Partisidir. Milliyetçi Hareket Partisi'yle Türk Milliyetçiliği akımı, tarihte ilk defa siyasi bir partinin programı ve dünya görüşü olmuştur.

Türk milletinin kültür ve devlet felsefesi, Türk milliyetçilik dünya görüşü içinde, milli bütünleşme ve milli demokrasi ülküsüdür. Türk milletinin tarih ve töresinde bölünme, parçalanma, zümre veya sınıflara ayrılma yoktur. Devletin başı barışta ve savaşta, tasada ve kıvançta yönettiği milletle aynı kaderi paylaşmıştır. Milleti sınıf ve zümrelere bölen, bir sınıfı diğer sınıfa ezdiren, yöneticileri milletten ayırıp ona tepeden bakmayı öğreten sistem ve ideolojiler, yabancı ve bölücü ideolojilerdir. Her Türk devlet felsefesi, milli ideoloji ışığında, Milli bütünleşme ve milli demokrasi ülküsüne dayanır. Demokrasi en dar anlamında millet egemenliği demektir. Demokrasi milletin, siyasi, kültürel ve iktisadi yönetime katılması, siyasi, kültürel ve iktisadi hâkimiyetin millete ait olmasıdır.

Burada önemle belirtelim ki, millet kavramı, mücerret bir kavram değildir. Millet, ne kapitalistlerin savundukları gibi fertlerin maddi toplamından, ne de komünizmde olduğu gibi komünist partisi üyelerinden ibarettir. Millet bir varlıktır. Milletin haldeki bölümü altı sosyal dilimden; yani köylüden, işçiden, esnaftan, memurdan, işverenden ve serbest çalışanlardan ibarettir. Bu itibarla hâkimiyetin sadece işverene veya işçiye ait olduğu ülke ve sistem demokratik değildir. Bir ülkenin gerçekten demokratik olabilmesi için, siyasi, kültürel ve iktisadi kararların alınmasına bütün milletin; köylünün, işçinin, esnafın, memurun, işveren ve serbest çalışanların katılması lazımdır.

Demokrasiyle hürriyet kavramı arasında çok yakın bir münasebet vardır. Demokrasi, genel anlamda hürriyet demektir. Hürriyet, bir şahsın başkasından emir almadan kendi iradesine göre karar verebilmesi, hareket edebilmesidir. Başkasının baskı ve etkisi altında olan insan hür değildir.

Siyasi demokrasi, siyasi hürriyetler rejimidir. Siyasi demokrasi, milletin bütün fertlerinin, siyasi yönetime, siyasi kararların alınmasına eşit bir şekil¬de katılabilmesidir. Vatandaş siyasi kararların alın¬masına, siyasi organlara seçme ve seçilme şeklinde hakkıdır. Siyasi organların başında parlamento gelir. Parlamento, siyasi temsil organı olduğundan, gerçek siyasi demokrasiden bahsedebilmemiz için, parla¬mentoda milleti meydana getiren bütün sosyal dilim¬lerin; köylünün, işçinin, esnafın, memurun, işvere¬nin ve serbest çalışanların temsil edilmesi gerekir.

Marksist ve kapitalist siyaset teorisine göre, millet denilen toplum, birbirine hasım iki sınıfa bölünmüştür. Bunlar sözde bir isçi sınıfı ile kapitalist sınıftır. Kapitalist siyaset teorisinde, siyasi kararların alınmasına sadece veya çoğunlukla kapitalist sınıf katılır. Bu teoride milleti parlamentoda kapitalist sınıfla onun bürokratları temsil eder. Kapitalizme göre, millet, burjuva sınıfından ibarettir. Hâlbuki yukarıda milletin burjuva (kapitalist) sınıfı dışında beş sosyal dilimi de kapsadığını açıklamış bulunu¬yoruz. Bu itibarla, kapitalist siyaset teorisine göre, siyaset demokrasi, milli demokrasi değil, sadece kapitalist sınıf demokrasisidir. Marksist siyaset teo¬risi de yalnız sözde bir işçi sınıfına dayandığından, bu sistemde de parlamento, sadece komünist partisi üyelerinden teşekkül eder. Binaenaleyh burada da millet demokrasi yerine komünist partisi diktatörlü¬ğü söz konusudur.

Milliyetçi siyaset teorisi, milleti altı sosyal dilimden oluşan bir bütün olarak görür. Bu itibarla milleti temsilde, parlamentoda altı sosyal dilimin temsil edilmesini öngörür. Burada parlamento ne sadece kapitalist sınıfın, ne de sadece sözde isçi sınıfının organıdır, Parlamento bütün milletin orga¬nıdır. Bu sebeple siyasi demokrasi ve bütünleşmeyi gerçekleştirmek için, Milliyetçi Hareket, belirli sayıda köylü milletvekilinin işçi, esnaf, memur, işveren ve serbest çalışanların meclise gelmesini savunur. Altı sosyal dilimin mensubu meclise geldiği zaman, Türk milleti bir bütün olarak siyaset kararlarının alınmasına katılmış ve siyasi demokrasi gerçekleşmiş olur.

Demokratik milliyetçi devlet, aynı millete men¬sup insanların, siyasi ve hukuki yönden teşkilatlanıp, içeride kendi kendilerini yönetmesini {milli demokrasiyi), kendi iktisadi kaynaklarına sahip çıkmasını (milli iktisadi) dışarıda ise, diğer milletle¬re eşit hakka sahip olmasını (milli bağımsızlığı) öngörür. Milli devlet deyimi ile milliyetçilik hukuki bir nitelik kazanır. Demokratik milliyetçi devlette, milleti meydana getiren fert ve sosyal guruplar kendi kaderlerini kendileri çizer, devlet yönetimine etkili
bir şekilde katılır. Bu iç olaya, devletin demokrasi unsuru (milli demokrasi) adı verilir. Her fert, siyasi iktidarın, özellikle yasama ve yürütmenin oluşumu¬na katkıda bulunur. Milletler, iç yönetimlerinde bağımsız olmak, kendi geleceklerini serbestçe karar¬laştırmak hakkına sahiptir. Bu, millet hâkimiyetinin iç şeklidir. Millet devlette, hâkimiyetin dış şekli ise, devletin diğer devletlerle eşit olması, onların baskı ve etkisi altında kalmamasıdır. Buna milli bağım¬sızlık adı verilir. Dış hâkimiyet, milletlerarası top¬lumda, devletlerin eşitliği ilkesine dayanır. Hiç bir devlet, eşit ve bağımsız olan diğer bir devlete müdahale edemez.

Demokratik milliyetçi devlet, milletlerin yalnız siyasi kaderlerin değil, iktisadi kaderlerini çizmek hakkına da dayanır. Milli devlet, bu anlamda milli iktisada dayanan, iktisadını milleştirmiş olan devlet¬tir. Demokratik milliyetçi devlet olabilmek için, devletin, milli toplumun kendi öz kaynak ve kuvvet¬lerine dayanması gerekir. Milli bağımsızlık ve milli demokrasi, ancak milli gücün, ekonomik milli kuvvetin gelişmesi ve sağlanmasıyla gerçekleşebilir. Kendi milli kuvvetine dayanan devlet, deyimindeki, "milli kuvvet" milli iktisat ve milli savunma gücü¬dür. Milli devlet, dışarıya karşı, kendi varlığını korumak ve devam ettirebilmek için, milli güçlerini birleştirmiş, seferber etmiş bir devlet biçimidir. Milli devletin en zorunlu şartı, kendi iktisadi kaynak ve güçleriyle kendi varlığını muhafaza ve devam ettirebilmesidir. Milli güce dayanan devlet, prensip itiba¬riyle ekonomik yönden kendi kendine yeten ve kendi varlığını koruyabilen bir ekonomiyi gerektirir. Ya¬bancı ekonomilere muhtaç yaşayan bir devletin milli olması mümkün değildir. İşte bu sebeple, milli devlet kendini yabancı güçlere sömürtmemek için, kendi iç kaynaklarıyla kalkınmasını tamamlamak, ekonomi¬sini geliştirmek zorundadır.

Demokratik milliyetçi devlet, milletin bütün fert ve sosyal dilimlerinin yükselmesi, ekonomik ve moral kalkınması amacını taşır. Devlet, faaliyetlerinde bu amacı gerçekleştirmek zorundadır. Bir avuç ferdin veya belirli bir sınıfın menfaatini ön planda; tutan, fert veya sınıf diktasına dayanan devlet, milli devlet olamaz. Milli devlet, milleti esas alan bir İş hizmet ve refah devletidir, milletin bütün fertlerine hizmet etmek, onların refahını gerçekleştirmek zorundadır.

 

_________________________   
Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ   




 

 

 
Bugün 4 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!
SAAT  
   
BAŞBUĞU ALPARSLAN TÜRKEŞİN HAYATI  
  Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ' in Hayatı


Göç ...
Kutludağ'ı çaldırdığımız günden beri âdeta Türk'ün mukadderatı olan göç...
Milletimizin yetiştirdiği son Başbuğ'un hayat hikâyesinin başlangıcında da göç var.




Yıl 1860
Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı İlçesi'nin Yukarı Köşkerli Köyü'nde meskun Avşar Obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs'a sürgün edilir.


Yıl 1917
Kasım ayının 25'i, öğle vakti, yer, Lefkoşe, Haydarpaşa Mahallesi Kirlizâde sokağı 13 numaralı mütevazı evde, Kıbrıs'a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve eşi Fatma Zehra Hanım'ın Ali Arslan adını verdikleri oğulları dünyaya gelir.


Yıl 1921
4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü İlkokulu'na (Sıbyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir "Besmele"dir. "Ey Rahman ve Rahim olan Allah'ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum" dermişcesine bir "Besmele"dir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen...
Birbirinin ardı sıra gelen İlkokul ve Rüştiye yılları ve herbiri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar Ona müfredatla beraber Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını Devlet-i Âli Osman bakıyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanısıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey, Ali Arslan'ın adını âdeta senin adın "Alparslan olsun" ve "Sultan Alparslan'a denk bir yiğit Türk ol", diyerek değiştirir.


Küçük Alparslan'ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Paşa yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşiladamızın tamamı İngiliz İşgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.


Yıl 1933
Alparslan'ın artık işgal altında, esaret altında yaşamağa dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım'ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ile ver elini İstanbul...


Ailesi İstanbul'a yerleşince Alparslan'ın ilk işi Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt olmak olur. Artık O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul'da... Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O yüce Dilek, O aziz Ülkü, O muhteşem düşler, özellikle, bir Ülkü devi olan Atsız Hoca'nın canevinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır. Onlarla tanışır, buluşur, genç Alparslan Türkeş.


Yıl 1936
Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yılları başlar. 1938'de Harbiye'den mezun olur, artık O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin emrindedir.


Yıl 1940
Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve evlenirler. Ayzıt, Umay,Selcen,Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adlı çocuklarla çiçeklenir bu evlilik vebozkurtların Muzaffer Anası'nın 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Seval Hanım'la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adlı iki evlât daha vererek sevindirecektir.


Yıl 1944
3 Mayıs Ankara'da bir gösteri veya yürüyüş eski tabirle nümayiş vardır. Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar. Hem dosta, hem düşmana... Hem devlet hizmetindeki gafillere, hem de yurda sızmağa çalışan hainlere, Asya bozkırlarında yaratılan bozkurt soyluların bozkurt torunlarının, bir kaç çakalın günü birlik menfaatleri için göz yumdukları kızıl yılanın farkında ve onun başını ezme azminde olduklarını gösterirler.


Şâirin "Öz yurdunda garipsin, özvatanında parya" dediğince tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı Türkçülük-Turancılk Davası başlar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanın bedelidir bu... Genç Üsteğmen Alparslan Türkeş'te bunlar arasındadır. 20 Ekim 1944'te kendisini mesnetsiz "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan savcıya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnad edilmiştir. Bunu şiddetle redderim. Ben yeryüzünde herşeyden çok milletimi ve vatanımı severim" diye haykırır. Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2. numaralı mahkemede beraat eder. Bu onun Türk Milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atılışıdır ve son olmayacaktır. Ülkücü olmak çileye talip olmaktır, nimete, ikbale değil. O da Türklük Ülküsü için zaman zaman şiddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakınmaksızın, çekmiş ve çile çekmeyi şeref bilmiştir.


Yıl 1947
Alparslan Türkeş ve 15 diğer Türk subayı, A.B.D. Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulu'nda iki yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği'nin komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez "moskofluğu" ayan beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türkeş Gelibolu ve Çankırı'daki görevlerinden sonra 1951 yılında kurmaylık sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi'nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur.


Yıl 1955
Dış görev için açılan sınavı kazanarak A.B.D. Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır. Bu arada (................) Üniversitesi'nde Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957 yılında Türkiye'ye döner.


Yıl 1959
Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gider. Bu okulu başarıyla bitirdiğinde artık bir Kurmay Albay'dır.


Yıl 1960
Tarih 27 Mayıs öteden beri örgütlenen ve memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "İhtilâl'in kudretli Albayı"dır. Kurmay Albay Alparslan Türkeş İhtilâl hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet İstatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar.


Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, 13 Kasım 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkeş ve "ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince emekliye sevkedilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurtdışında görevlendirilmek bahanesiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasım'da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği müşaviri sıfatıyla sürgüne gönderilir.
1961-62 1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkeş'in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez.


Yıl 1963
Tarih 23 Mart Alparslan Türkeş sürgünden yurda döner.
Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adlı bir dernek kurar.


Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevi'nde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve beraat eder.


Yıl 1965
Tarih 31 Mart saat 11:00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılır.
Kısa bir zaman sonra 1 Ağustos 1965 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultayı'nda Genel Başkan seçilir. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili olarak parlamentoya girer.


Yıl 1969
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adı Milliyetçi Hareket Partisi amblemi de Üç Hilâl olarak değiştirilir. O yıl yapılan genel seçimlerde Adana milletvekili seçilir.


31 Mart 1975-13 Haziran 1977 ve 1 Ağustos-31 Aralık 1977 tarihleri arasında Süleyman Demirel başkanlığında kurulan I. ve II. Milliyetçi Cephe koalisyon hükümetlerinde MHP Genel Başkanı olarak, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı yapar.


Ülkü Ocakları, Büyük Ülkü Derneği ve diğer mesleki örgütlenmeler başlar.
1968 yılından itibaren marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu, "Komünist Devrim" için üs haline getirirler. Üniversiteler işgal altındadır. Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeraltı örgütleri "şehir gerillası" mı "kır gerillası" mı tartışmaları yapmakta okullara kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadırlar. Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan Türkeş toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm konusunda aydınlatmağa ve alternatif olarak da Türk Toplumculuğunu, Türk Milliyetçiliğini anlatır. Kısa zamanda çoğalan gençler örgütlenmeğe başlarlar. Doktriner Türk Milliyetçiliği safhası başlamıştır. Türk Milliyetçileri Dokuz Işık, dokuz prensip etrafında toplanırlar.


Bu gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve Türkçülük düşmanları özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama heryerde karşı çıkıp mücadele eden Ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarında Ülkücüyü şehit ederler. Devlet'in zaaf içinde olduğu düşünülen "zinde güçler"i birşeylerin daha doğrusu ihtilâlin şartlarının "olgunlaşması" için daha fazla kanın akmasını beklemektedirler.


Başbuğ için 1978, 1979, 1980 yılları bir çoğunu bizat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının komünist çetelerce katledilişini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen kaybetmeriği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu yıllardır.


Yıl 1980
12 Eylül sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar. Başbuğ Alparslan Türkeş ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen Ülkücü Hareket sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin şekillendiği mekânlardır.


Başbuğ 12 Eylül'den üç gün sonra saklandığı yerden ortaya çıkıp teslim olur. Cunta tarafından tutuklunan Başbuğ, önce 1 ay Uzunada'da daha sonrada Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandığı dönemde de Mevki Hastahanesi'nde 4,5 yıl hapis yatar. O ve 218 Ülkücünün idamı istenilir, 9 Nisan 1985'de beraat eder ve tahliye olur.


Yıl 1987
Tarih 6 Eylül, yapılan referandum neticesi diğer siyasilerle birlikte Başbuğ'a da konulan siyaset yapma yasağı kalkar ve Başbuğ Milli Ülküyü iktidar yapmak davayı kitlelere anlatmak için yine meydanlardadır.


Yıl 1987
Tarih 4 Ekim, Milliyetçi Çalışma Partisi olağanüstü kongresinde Genel Başkan seçilir.


Yıl 1991
20 Ekim 1991 Genel Seçimleri'nde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptığı seçim ittifakı neticesi Yozgat milletvekili seçilir. Başbuğ, son kez T.B.M.M.dedir. Bu dönemde ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi O gerçekleştirir.


Yıl 1992
27 Aralık 12 Eylül'ün kapattığı partilerin tekrar açılabilmesini sağlayan değişiklikler neticesi toplanan MHP'nin son kurultay delegeleri, MHP'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler.


Yıl 1992
Tarih 24 Ocak, MÇP'nin 4. Olaganüstü Kurultayı toplanır ve partinin adını MHP, amblemini Üç Hilal olarak değiştirir.


Ve Yıl 1997
Tarih 4 Nisan...
Karlar altında milyonlarca ağlayan insan...






 
Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan, Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir; TURAN... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol